Süzgecime Takılanlar
22 Haziran 2020 Pazartesi
Bir zamanlar sende gördüklerimi başkaları görmüyor diye severken seni,
Şimdi sende gördüklerimi başkaları göremiyor diye onlara kızarken buluyorum kendimi.
Sonra gülüyorum bu gel -gitlerime
Tamamlanmamış hallerime
Tamamlanır elbet bir gün
Yeni cephelerini göstere göstere.
Bittiği yerde sözlerin ve düşüncelerin
Huzura erdiği yerde gönüllerin
Son bulur bu debelenme
Ve işte asıl orada başlar
Aşkın yalın hali.
18 Haziran 2020
16 Nisan 2016 Cumartesi
ANLADIM ARTIK
27 Ekim 2013 Pazar
Yesilçam Mürebbiyeleri - Holywood Mürebbiyeleri...
Geçenlerde "mürebbiye" temalı bir Türk
filmine rastgeldim. Film, anneleri ölen 7 çocuğuna doğru dürüst bir mürebbiye
bulmaya çalışan, acılı, otoriter, yakışıklı, orta yaşlı ve kanımca andropozlu
baba Ediz Hun ile ( ki kendisinin bu çocukları beste yapmak amacıyla
biraraya getirdiğine inanıyorum) duygusallıktan çatlayacak kadar
duygusal, gururdan ölecek kadar gururlu, bir o kadar da mağrur, aynı zamanda
sayıları do' dan si' ye uzanan bu 7 çocuğu hizaya getirecek kadar becerikli,
şefkatli, bunlar yetmezmiş gibi bir de güzel mi güzel mürebbiye
Hülya Koçyiğit arasındaki aşkı anlatıyor.
Filmin orjinalinin adı "Sound of Music
" , Türkçe'ye "Neşeli Günler" olarak çevrilmiş.
Yerli uyarlamasının adı "Sen Bir Meleksin "
Filmi seyrettikten sonra Jane Eyre'yi yadetmeden
geçemedim. Jane Eyre iyi bir ailenin kızı olmasına rağmen üvey annesi
tarafından dışlanmış, yatılı okullarda okumuş, hiç de el bebek gül bebek
yetişmemiş, yeri gelmiş okulda öğretmenlerinden dayak da yemiş bir mürebbiye.
Buna rağmen evinde calıştığı yakışıklı patronuyla bir entel dantel muhabbetleri
var, böyle bir ingilizce laf sokmalar falan birbirlerine, Allah seni inandırsın
sevgili okur, bizim de bir parça İngilizcemiz var ama anlamak ne mümkün!
Vallahi Türkçe olarak da seyrettim ama bu entelektüel (!) sohbetten hiç bir şey
anlamadım! Zaten İngilizler'in bu sözde nezaket dolu, imalı ve dolaylı
anlatımlarına ezelden beri gıcığım, kardeşim patron adamsın ne söyleyeceksen
doğrudan söyle, dağlardan tepelerden dolaşmaya ne hacet! Neyse bizim
yerli filmde de ayrı bir tören var; yakışıklı patron bir laf etmeye görsün,
mürebbiyemiz Hülya'da bir tuhaf haller, bir koşmalar falan, kardeşim kadınla
iki çift laf edemiyorsun, mütemadiyen mağrur bir ifadeyle sağa sola
koşuyor; Hülyaaa diyecek oluyorsun, aaaa bakıyorsun kadrajdan çıkmış,
gururlu gururlu. Sözde eskiden bestekar olan patronunu tekrar beste
yapması için motive etmeye çalışıyor ama hep ağlamaklı Nasıl olacak
bu işler diye düşünüyor insan.
Oysa Jane Eyre ağlamadan, sızlamadan, kadrajdan
çıkmadan, gururundan taviz vermeden, üstelik bir de patrona
nezaketle laf sokarak işini gayet güzel yapabiliyor.
Biz Jane Eyre'yi yadederken Suzan Avcı kıvamında
fettan bir sarışın Ediz Hun'a fena halde kancayı takıyor. Genç, güzel,
romantik, şefkatli mürebbiyeyi kendisine bir numaralı rakip olarak görüyor,
olur olmadık yerlerde kızcağıza laf sokup sıkıştırıyor , ikide bir ekolu ekolu
'fakir, fakir, fakirsin sen nihohahah ' diye bağırıyor. Elin mürebbiyesi
entellektüel düzeyde patronuna laf sokarken bizimki köşelerde eko
yapan 'Fakirrr' sesi eşliğinde ağlayıp amaçsızca sağa sola koşuyor. Ağlamayı
bırak bir de kadına gidiyorum ben al Ediz'i tepe tepe kullan senin olsun gibisinden
romantik ve gururlu söylemlerde bulunuyor - ki - biz bunu kısaca
"GAKT" yani "Gururlu Aşık Kadın Tribi" diye adlandırıyoruz
. Zaten Türk filmleri ve bu " GAKT" sendromu yedi bitirdi bir
jenerasyonun ömrünü ! Öğrene öğrene ilişkilerde GAK olmayı öğrendik. Elde ne
var : Gurur . Aşk nerede ? Dağa kaçtı.
Dağ nerede ? Yandı bitti kül oldu !!!
Bu eziyet burada da bitmiyor değerli okuyucu ! Bir çok
entrikalar ve bir çok açıdan gelen ekolu 'Fakirrr' sesleriyle egosu paralanmış
genç mürebbiyemiz evden kaçarak soluğu yetiştiği yatılı okulda alıyor. Çocuklar
ise mürebbiyeleri geri gelsin diye okul kapısında yağmur çamur dinlemeden,
alarmı takılmış saatler gibi babalarının bestesi olan 'Hülya Abla bir meleksin'
adında saçma sapan bir şarkı söylüyorlar. Yağmur ve bu saçma şarkı etkili
oluyor ve mürebbiye eve dönüyor. Mürebbiyenin eve dönmesi fettan sarışını çok
kızdırıyor ve Ediz'i terketme kararı alıyor. Evin emektar çalışanlarının
bu sarışın fettanlara gıcığı olduğundan kadının valizini dahi çoktan hazırlamış
falan oluyorlar. Neyse bu filmdeki şanslıydı, bir başka filmde fettan kadın
evden su sıkılıp ıslatılmak suretiyle gönderilmişti. Bu arada Jane Eyre
ise patronunun aklını yitimiş gizemli karısının evi yakmaya
calışmasını engelliyor ve tabi evdeki sırlara vakıf olarak çareyi evi ve
aşık olduğu patronunu terketmekte buluyor. Yağmurda kapısına sığındığı
(kapısında bayıldığı desek daha doğru) ve akabinde gene birtakım saçma
sapan entellektüel sohbetlere girdiği (huyu kurusun) ve kendisiyle
evlenmek isteyen ruhsuz, mantık abidesi papaz efendiden kaçarak gene sevdiceği
eski patronuna geri dönüyor. Yok yahu bu ikisi de birbirinden manyak, biri
entellektüellikten, diğeri ağlamaktan ölecek !
Gördüğümüz gibi her iki filmin ortak yönü
mürebbiyelerimizin ayrı tür birer ruh hastası olup o derece ruh hastası
patronlarıyla evlenmeleri !
Sonlar mutlu bitiyor ve gökten üç elma düşüyor ..Birisi Jane ' nin birisi
Hülya' nin başına biri de bizim jenerasyonun başına ... Bizim jenerasyonun
başına bir de GAKT düşüyor , bundan sonraki günlerimizi aşk hayatımızda
neyi yanlış yapıyoruz diyerek kişisel yaşam koçlarının kapısında
geçirelim diye....
21 Ekim 2013 Pazartesi
Düğün -Dernek, Calgı-Çengi
Bir süredir düğünlere icabet etmek konusunda isteksizim. Bunda 40 yaşınna gelip de halen kendi düğünüme icabet edememiş olmam etkili olabilir. Bunun için bir sonra katılacağım düğünün kendi düğünüm olmasına karar vermiştim. Velev ki büyük konuşmamak lazımmış. Halen kendi düğünüme katılamadığım gibi aileyi temsilen 2013 yaz düğünlerine katılmaya başladım bile !
' benimle evlenir misin' adlı şahane parcasıyla ortalarda arz-i endam etmek gibi bir risk oldugunu belirtmem gerekiyor. Naçizane bu anlamlı çıkış sarkısı için bestesi ve güftesi Leonard Cohen Efendi'ye ait olan
' Dance me to the end of love' i uygun buluyorum , tabi GD ikilisinden D'ye fikrini soramıyorum şu anda. Haha geçen sene gittiğim bir nikahta çıkış parcası olarak ' Bim bam bom , benim de artık bir sevdiğim var, hırsından çatlasin düşmanlar, artık benim de bir sevdiğim var.' şarkısını kendilerine uygun goren GD ' ye de buradan selam gönderiyorum . İşte bu çıkış parçası misafirlerin kalplerinde bir duygu fırtınası yaratacak şekilde gümbür gümbür çalarken GD olarak bizim görevimiz saadet içinde ortalarda arz-i endam etmektir. Tabi bu benim düğünüm olunca misafirlerin kalbinde olusacak duygu fırtınası : 'ayol geline bak, pisti kimselere bırakmadı seklinde olabilir. Yahut halen bekar olan arkadaslarda : ' bu bile evlendi ben hala evlenenemedim ' ya da ' güvendiğim son kale de yıkıldı , ben napıcam bundan sonra'şeklinde duygu fırtınaları olusabilir. Ben de geçtim bu yollardan bilirim hahaha. Oh Mondio ! Daha evlenmeden hayalimde ezmeye başladım bekarları, bunca yıllık yoldaşlarımı... Şımardım iki dakkada şu hayal aleminde bak !
Daha sonra GD' ye ozel hazirlanmis her tarafi tullerle kapli nikah masasi denen ve adina sarkilar yapilmis aslinda masaliktan cikmis o masaya dogru bir hareketlenme basliyor haliyle. Dort bir yani kusatmis sahitlerle evlenenler gordum. Misal iki kisi evleniyorsunuz ama 12 tane sahidiniz var , bu sahitlerin % 70'i de devlet buyukleri, adamlar o kadar is guc arasinda tesrif etmisler geri mi cevirecegiz hayret yani. Neyse arzuya gore sayilari artan ya da azalan , muhtemel en yakin arkadas veya saygi duyulan aile/devlet buyugu kontenjanindan secilen ortaya karisik sahitlerle herkesin hayatta bir kez yapmayi planladigi ama bunun her zaman gecerli olamadigi o seramoniye dogru gidilir.Bu sahitlik konusunda benim fena yaram var. O kadar arkadasim var biri bile sahidi olmami istemedi, esefle kiniyorum kendilerini ve daha da gelmem nikahiniza da diyemiyorum isin kotusu .. Bir kisim nikah memurunun ortama nese katmak icin belediye baskaninin ona verdigi yetkiye dayanarak yaptigi kotu esprilere zoraki de olsa gulme zamanidir artik.Bir tek T.C kimlik numarasinin sorulmadigi , nerde dogdun, anan kim, baban kim gibi seri sorularla sersemletilen GD'ye ozellikle artik taraflar nereliyse ordan buyuk alkis gelir. Memleketimizde hemserilik kavrami altin bir anahtardir ve halen pek cok gizli kapiyi acmaktadir. Ben bu arada muhtemelen D' nin ayagina hangi acidan bassam evde sozumu geciririm onun hesabini yapiyor olacagimdir :) Bu arada rica ederim D 'hayatim boyunca evet ' falan demesin zaten gecmisiz yolun yarisini nereye diyorsun o eveti? Nikah memuruna ' O kabul ediyorsa ben de ediyorum ' demeyi de dusunuyorum ama zaten nikah sonunda yeni evli ciftLERimize demesinden korktugum icin kafasini karistirmayayim diye de dusunuyorum.Nikah memuruna ciftin zaten cogul oldugunu ciftlerimize derken paralel evrendeki izdusumlerimizi mi kastettigini soramayacagima gore...Evetler denilip , sahitlik yapilip kari-koca ilan edilip nikah defteri genelde geline verildiginde vallahi iste o zaman 'bim bam bom hirsindan catlasin dusmanlar artik benim de bir sevdigim var ' ifadesiyle bakmazsam etrafa ne olayim:)) Fotograflarda da bu bakisi kullaniciim:))
Bu duygu dolu anlardan sonra ortaya cok katli, imar yasasina aykiri strafor bir pasta gelir. Kimi dugunlerde pastanin orjinali gelirken dugun salonu dugunlerinde strafor pasta gelir.Nedenini anlamakta zorlansam da kesmek amaciyla bir kilic getirilir ve sahte pasta torenle kesiliyormus gibi yapilip onceden kesilip hazirlanmis olarak tabakta bekleyen pastalari GD caprazlama olarak birbirlerine yedirir.
Vallahi bu kadar ayrintidan bunaldim, hafakanlar basti.Bir de dugunde ne calinacak kim nasil oynayacak kismi var.Gerci ben baskalarinin dugun videolarinda surekli bir sekilde kadrajda ve sanki en cok oynayan kisiymis gibi bir intiba birakiyorum vallahi tesaduf :) bilemem ki kendi dugunumde ne yaparim? Gencken kendi dugunumde en fazla ben oynayacagim derdim ancak simdi buna enerjim kalmadi , uykum gelmeden su dugunu tamamlayaydim iyiydi :) Gene de kizlarla karadeniz yoresinden ozel bir gosteri yapsak diyorum da o sarsintiya bunye dayanir mi onu bilmiyorum.
Bir de taki toreni var , en sevdigim. Kim kime ne taktiysa hesabi tutulup ( Kusadasi Grubu bu soylediklerimi duymasin) sonra gurbete gitmis bir asik gibi geri donmesi beklenen...Altin bu kadar pahalanmayanda evleneydim iyiydi diye dusunmeden de edemiyorum..Yahu zaten o takilar dugun masrafina gidiyordu galiba. Ufff bunaldim bosver bunlari..Vazgectim ben dugunden mugunden...
Ben en iyisi mi tutayim sevdicegimin elinden kacirayim onu konsoloslukta falan evleneyim , ugrasamam bu kadar detayla...Takilari eve geliince takarsiniz artik :)))
Camia Halleri
14 Nisan 2013 Pazar
Sevmek
Gidenin ardından böyle bir yazı yazmak zor, hele de o kişi yakın olduğun birisiyse.. Bir parçan da onunla gidiyor, sanki "son" u çarpıyor bu gidiş yüzüne insanın... Dramatize etmek en son tercihim. İsmi lazım değil bazı köşe yazarları gibi ağlak ve romantik şeyler de yazmayacağım."dem bu demdir" demişler boşuna değil... Madem geçmişteki "dem" geçmişte kaldı, şimdi geçmişten ders alma zamanı ."zamanı zamanlı yaşa " demişti biri...
O halde zaman gidenlere huzur dileyip bu "dem'e" dönme zamanı...
4 Aralık 2012 Salı
Ustalara Saygı:Cüneyt Arkın
Filmin tamamını anlatmaya lüzum yok tabi ama bazı şeyler çocuk kafamda epeyce yer etmişti.Mesela uzunca bir süre Cüneyt Arkın'ın Gallactica Uzay Gemisi ile neden Hacı Bektaşi Veli'nin türbesini ziyaret ettiği konusu kafamı kurcalamıştı. Tamam anladık Yeşilçam'ın uzay gemisi yapacak ne teknolojisi ne de imkanı vardı , Gallactica'nın görüntüleri kullanıldı ama be adam sen koskoca Gallactica'yı türbe ziyaretine giderken kullan ! .Koskoca uzayda ne alaka dedirten bu durumun sebebini de daha sonradan idrak ettim.Öyle ya biz Türklerin kötü durumlarda ziyaret edip dua edeceği manevi şahsiyeti Sen Corc ,Sen Filip ,Sen Antonyo veya Papa ikinci Jan Pol olacak degildi , elbette kendi memleketimizin sevilen ve saygı duyulan bir evliyası olacaktı , o kadar uzay filmi çekiyorsun elbette uzay aracıyla gidecekti türbeye arabayla gidecek hali yoktu herhalde !.
Filmdeki kötü şahsiyet insanları önce öldürüp sonra onlara kan vermek suretiyle beyaz lahana yaratıklarına çevirip kendine asker yapıyordu, işte bu kötü adam dünyayı ve insanları daha o yaşta tanımamı sağlamıştı.Bugün ben ben isem bu film sayesindedir.
Cüneyt Arkın'ın dünyayı kurtarmak adına bu lahanalarla ve maymunumsu birtakım yaratıklarla giriştiği kavga sahneleri iyiydi iyi olmasına da daha sonra bu dövüşlerin yapıldığı yerin Kapadokya olduğunu öğrenmek hiç iyi değildi .Dönemin gözde dövüş sporu olan karatenin uzayda da kendine yer bulması ise ayrı bir inceleme konusu tabi.En önemlisi de filmin son sahnesiydi ki bu film bu kadar ünlenmeden dahi zihnimde silinmeyecek bir iz bırakmıştır: Bir sekilde nereden geldiğini hatırlayamadığım bir kılıç suda eritilmek suretiyle kılıç özellikleri taşıyan bir çift eldivene dönüşmüş ve final sahnesinde kötü adamla girişilen karate müsabakasında son darbe olarak kafasına indirilerek adamın kafasını boylamasına ikiye ayırmıştı ..Erkek kardeşim ve şahsımın bugün neden böye olduğumuzu daha iyi anlıyorum yazdıkça ...Ne diyordum bugün ben ben isem sebebi bu film..yok yok burda olmadı bu ....
Cüneyt Arkın bu filmle çok eleştirildi çok dalga geçildi onunla , bence haksız eleştiriler bunlar... Evet 20-30 kişiyi birden hallettiği inanılmaz dövüş sahneleriyle dolu bir çok filmi var ama Allahaşkına son yıllarda yapılan Charlie'nin Melekleri ,Matrix ve bilumum filmler bunlardan farklı mı? Üstelik onlar herşeyi teknolojiyle yapıyor ya bizim Cüneyt'imiz? Bizim Cüneyt'imiz bunları manual olarak ve bileğinin gücüyle yapmış bir adam. O yüzden kimse bana Matrix'i ve Neo'nun sürekli bölünerek üreyen Mr.Smithlerle kavgasını övmesin..Ustamızı bunlarla karşılaştırmasın..Asabımı bozmasın..Uzayda dövüşmüş ve dünyayı kurtarmış bir adam o, biz geceleri rahat rahat uyurken o lahanalarla savaşıyordu , kadrini bilelim,bilmeyene bildirelim...